Kemal Öner’in Hakîkate Doğuş adlı çalışması, İç Anadolu’da harap bir halde bulunmuş bir sandalyenin hikâyesinden yola çıkar. Alevi bir dedeye ait olduğu bilinen bu sandalyenin geçmişi Alevi bir ailenin hafızasından izleri taşır. Hafızanın taşıyıcısı olan bir sandalyenin çeşitli parçalarının dört ayrı sanatçı tarafından yeniden ele alınma sürecinin neticelerinden biri olan Hakîkate Doğuş, Öner’in kendi sanat pratiğiyla Alevilik arasındaki ilişkinin bir tezahürü olarak gerçekleşir. Sandalyenin 50x60cm ölçülerine sahip oturak kısmı, sanatçı tarafından yapılan müdahaleyle yeniden yorumlanır. Dönüştürme ve yeniden konfigüre etme sürecinde sanatçı, Aleviliğe içkin çeşitli kavramları kullanır. Alevilikte görülen “kendini aşma” kavramında dört ayrı kapının gelişme sürecinin evreleri olduğu fikrinden yola çıkan Öner, hakîkat kapısını kendi çalışmasının hareket noktası olarak belirler. Hakîkat (aletheia), tıpkı Martin Heidegger’in sanat felsefesinde olduğu gibi burada da gizli olanın açılması işlevini görür. Sandalyenin evveliyatına gömülü tarihsel izler, Öner’in perspektifinden sanat aracılığıyla kendini açar. Sanatçının sandalyeye yönelik yaklaşımı öznel bir jestten öte, anonim parçaların bir araya gelmesinden oluşan çok kültürlü bir bütün olarak düşünülebilir.
Kemal Öner, daha sonra sahaflarda karşısına çıkan portre ve çeşitli imgeleri içeren fotoğrafları toplamaya başlar. Sandalyenin oturma kısmının yukarı tarafına bakan yönüne yerleştirilen bu fotoğraflar, sanatçının müdahalesiyle muğlaklaşır. Fotoğraflardaki insan yüzlerine ait gözler, karakalemle boşluk haline getirilerek insanüstü bir yorum sunar. Belli belirsiz hale gelen imgeler, her şeye rağmen geçmişe ait tarihsel referanslarını korur. Akrilik boyayla yapılan kırmızı ve siyah renklerin fotoğraflar üzerindeki kesif halleri, Alevilikte sembolize edilen varlığın ateşten doğduğu fikrini kuvvetlendirir. “Hakikate alevlerin içinden doğdum, dinledim, gördüm, ağladım, inandım, acı çektim, anılar ekledim ve günlük hayat ifadelerinden arındım.” diyen bir sanatçının, hem nesnesinin gözünden hem de nesnenin tarihsel süreçlerde edindiği yaşanmışlıkların içerisinden baktığını gösterir.
Öner, oturak kısmını ters-yüz ederek sandalyenin yere bakan kısmını da dönüştürür. Sanatçı evinin yakınında bulunan dişbudak ağacının rüzgarla gelen tohumlarını yıllar içerisinde biriktirerek, oturağın bütün yüzeyini bu tohumlarla kaplar ve siyah akrilik boya kullanarak dışavurumcu fırça vuruşlarıyla son halini verir. Sanatçı oturağın diğer yüzünden farklı olarak, burada tek bir fotoğraf kullanır ve fotoğrafı merkezin soluna doğru yerleştirir. Bir camiinin kapısına ait olan siyah beyaz fotoğrafın alevilikteki hakîkat kapısıyla anolojik bir ilişki kurduğu söylenebilir.
Sanat tarihinin farklı dönemlerinde çeşitli bağlamlarda karşımıza çıkan sandalye metaforu, Kemal Öner’in sanat pratiğinde sandalyenin evveliyatıyla ve geleneklerin bir aradalığıyla şekillenir. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan bu sandalyenin hikâyesi, gizli kalmış olanın -hakîkatin- açığa çıkarılmasıyla yeni anlamını bulur. Hakîkate Doğuş, yalnızca unutulmuş olanın değil, aynı zamanda sandalyenin de yeniden doğuşunu müjdeler.